Bugün birkaç hafta aranın ardından tiyatroya gittim. Shakespeare‘in yazdığı trajedi oyunu Coriolanus‘u filminden önce tiyatroda seyretmek istedim.
En ön sırada kenara yakın bir yerdeydim, ilgi gören bir oyun olduğu için ancak oradan bilet bulabilmiştim ama sahneyi iyi gören bir koltuk değildi. Kapı kapandıktan sonra, oyun başlamadan, arka sıralardan bilet alıp gelmemeyi tercih eden birinin koltuğuna geçtim, benimle aynı fikirde olan bir teyze yaklaştı. Yürürken biraz zorlanıyordu, yardım teklif ettim, teşekkür ederek sakin sakin geldi oturdu yanıma.
İki buçuk saatlik oyunun ilk perdesi bitti. Milattan önce 5. yüzyılda Antik Roma’da geçen bir hikayeydi izlediğimiz. Gaius Marcius Coriolanus, gerçekten yaşamış mı yaşamamış mı bilinmiyor ama antik çağlarda gerçekten yaşadığına inanılırmış. Konu savaş ve ağır tarih olunca oyun biraz rehavetliydi haliyle. “Nasıl buldunuz oyunu teyzeciğim” diye sordum. “Birkaç kez uykuya daldım, tam benlik” dedi. Gülüştük.
Sonra teyze Roma’dan bahsetmeye başladı, biraz anlattı, ben de heyecanla dinledim. Roma’da bulundunuz mu hiç diye sordum. “Oo tabi tabi, ilgimin sebebi de zamanında arkeoloji okumuş olmam” dedi, ne zaman diye sorunca 50’li yıllarda bitirdim üniversiteyi dedi. Benim tabi ağzım açık. “85 yaşındayım ben, üniversiteyi bitirdikten sonra arkeoloji üzerine çalışmaktansa bankacı olmaya karar verdim” dedi. Sonradan hepimizin bildiği bir bankada müdüre olarak uzun yıllar görev yaptığını ekledi.
“Çok gezdim, 50 ülke gezdim ben” dedi teyze. O kadar mutlu oldum ki, yanımda -her ne kadar “o kadar yaşamam ben” desem de- yaşayacak olsam olmak istediğim insan oturuyordu adeta.
Sonra düzeltti söylediği sayıyı. 50 şehir, 30 ülkeydi galiba dedi ama farkeder miydi? Gerçi bir süre sonra bir daha düzeltip 80’in üzerinde şehir demişti ama “trollüyor musun Ülkü teyze” demedim, benim için Ülkü teyze bir idoldü artık. Rakamların pek önemi yoktu. Çok ülke gezmek marifet değil ama Ülkü teyze ile yaptığımız 15-20 dakikalık kısacık sohbetten anladığım kadarıyla çok dolu gezmişti O.
Dün bir video izlemiştim. Videodaki bir söz çok ilgimi çekti, beynimden vurulmuşa döndüm duyunca. “Everybody dies but not everybody lives.” (Herkes ölür ama herkes yaşamaz.) Ülkü teyze yaşamıştı. Umarım uzun yıllar yaşamaya da devam eder.
10 sene önce, yani 75 yaşındayken arkadaşlarının gazına gelip beraberce Uzak Doğu’da uzun bir deniz turuna çıkmışlar. O yaşta, inanabiliyor musunuz?
Oslo ve Stockholm’e geldi konu, oraları çok sevdiğini söyledi, “oranın insanı beni kendilerine benzetti galiba, çok hürmet ettiler” diye iç çekti o günlerden bahsederken.
Sık sık Hollanda’ya gidiyormuş kızının işleri için, Red Light District geyiği bile yaptık teyzeyle. (Konuyu o açtı.) Kızı da arka sıralardan birinde oturuyordu, beraber gelmişler oyuna. 40 yaşlarında bir ablamızmış, beni ona “arkadaş buldum kendime” diye takdim edince sevindim, o da beni sevmiş demek ki.
Dört yıl önce eşini kaybetmiş. Çok seviyormuş onu, O da teyzeyi 40 yıl boyunca bir defa dahi üzmemiş. Öve öve bitiremedi amcayı, çok yakışıklıymış rahmetli. Yazmak istemediğim şeyler de anlattı eşiyle ilgili; çok güzel, özenilesi bir ilişkileri varmış anlayacağınız. Her eve lazım.
Sonra beni sordu, nerelere gittin dedi, ben ezik gibi “teyze 20 küsür ülke, 30 küsür de şehir gezebildim ama seni kıskanıyorum şu anda” diyebildim sadece. Olsun olsun daha yaşın kaç ki, gezersin diye tesellisini yaptı, içime su serpildi.
Amerikalılar der ya “made my day” diye, o hesap “teyze günümü şenlendirmişti”. Amerikalılardan da hiç hoşlanmıyormuş bu arada. Nezaketten uzaklar, ne bir mutfakları var ne bir insanlıkları, mümkünse gitme oraya diyor.
Gezdiği ülkelerden bahsetmeye devam etti, biraz o anlattı, biraz ben. Her yerden biraz anı sıkıştırdı kısacık sohbetimize. Sonra ikinci perde başladı ve sustuk. Ben ikinci perde boyunca teyzenin cool’luğunu düşündüm, o da bir uyudu bir uyandı su içti. Tatlış teyze oyun bittikten sonra da mutlaka Vietnam ve Kamboçya taraflarına gidip oraları da görmem gerektiğini söyledi. (Hiç aklımın ucundan geçmeyen ve muhtemelen durduk yere gitmek istemeyeceğim yerlerdi.) Ben de sözümü verdim ve tüm tavsiyeler için teşekkürümü ettim, karşılıklı memnuniyet sözcükleriyle vedalaştık.
Çok güzel bir gündü. Henüz olayın etkisindeyken de bu anı kaybolmasın, kalıcı olsun diye buraya yazmak istedim.
Ülkü teyze kadar gezer miyim bilmiyorum ama isteğim o. Gezdiğim yerleri mümkün olduğunca Instagram’de gösteriyorum merak edenlere.
Yazarken arkaplanda Ana Olgica‘nın aynı isimli albümünden Sugarcane‘i çalıyordu.
Düşünürken dinleyebilirsiniz.
Sevgiyle.