Son birkaç aydır izlediğim en iyi film diye giriş yapayım. Üzerine o kadar çok konuşulur ki, nereden başlayacağımı bilemedim. Yazacak çok şey var aslında ama ben sizinle genel bilgileri paylaşacağım. Aslında yeni projeler sebebiyle uzun bir süre yeni yazı yazmayacaktım. Bu film için yazmaya değer olduğunu düşündüm ve işte buradayız.
Geçen gün Warner Bros bir özel gösterim ile filmi İstanbul’da görücüye çıkarmıştı. Gösterim tarihi 6 Şubat olması sebebiyle, bir ay öncesinden izleyebilenler şanslıydı. İzleyen dostlar sağolsunlar bloglarında filmi öve öve bitiremediler.
Spoiler vermemek için bu mükemmel hikayeden bahsederken çok kıvranacağım. Buraya döneceğiz, biraz filmin künyesi üzerinde duralım.
Hikayenin yaratıcısı Francis Fitzgerald’ın bu eserini Eric Roth senaryolaştırıyor. Yönetmeni Se7en ve Fight Club filmlerinden bildiğimiz David Fincher. İki filmin de başrolünde Brad Pitt var. Benjamin Button’u da Brad Pitt oynuyor. Neyseki her biri arşivlik başyapıtlar. Şimdi akla bir soru geliyor. David Fincher Brad Pitt’i çok mu seviyor? Bir adamın yaptığı her iş istisnasız güzel oluyorsa sevsin tabi yahu. Müzikler ve ses efektleri de çok etkileyici, detaylara çok önem vermişler. Filmin müzikleri Alexandre Desplat’e ait. Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler filminin verdiği keyfi tekrar yaşadım. İklimler’in ses efektleri ve kurgusu da mükemmeldir. Hatta bu dalda ödüle aday gösterilmiştir.
Başrolde Brad Pitt oynuyor demiştik ve O’na Cate Blanchett eşlik ediyor. Filmde ikinci dünya savaşı sonrası, seksen yaşlarında, vücudu hiç de yeni doğmuş bebeğe benzemeyen bir adam olarak doğan ve her an ölebilir gözüyle bakılan fakat gün geçtikçe şaşırtıcı şekilde gençleşen, güç kazanan ve hayatını tersten yaşayan Benjamin Button’ın sıradışı hikayesi anlatılıyor. Bu süre zarfında Benjamin savaşa katılıyor, aşık oluyor, acı çekiyor, mutlu oluyor, ilklerini yaşıyor ve insanları şaşırtmaya devam ediyor.
Film, Golden Globe’da en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi aktör, en iyi senaryo ve en iyi müzik dallarında ödüle aday gösterildi.
Filmin hikayesine benzeyen ve Wolkanca’nın blogunda yayınladığı, benim de ilk kez orada okuduğum Can Yücel’in bir yazısını paylaşmak istiyorum.
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak çok daha güzel, hatta mükemmel olurdu. Nasıl mı? Cami’de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette. Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev. Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz. Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. Herkes karşınızda el pençe divan. Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade. Aman ne güzel günler başlıyor. Derken bir gün patron size artik Üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada Babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor “artik eve dön, isi bırak, okumaya basla harçlığın benden olsun. “Keyfe bakar misiniz? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden,su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve Babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artik. Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna “diyorlar. Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazır. Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yasıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş bir olayla hayatiniz bitiyor.
Bağlantılar
Web Sitesi (Warner Bros Türkiye)
IMDB (Internet Movie Database) Sayfası
Bu film hakkında yazan bloggerlar
Wolkanca: Hayatı tersten yaşasaydık?
Müge Cerman: Benjamin Button’ın tuhaf hikayesi
Sineofrenik: The Curious Case of Benjamin Button (2008)
Çubuk Makarna: The curious case of Benjamin Button
Uyuyang: Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi
Warner Bros Türkiye’de yayınlanan Prodüksiyon Notları
Çok enteresan bilgiler içeriyor. Film hakkında bilmek istediğiniz ya da istemediğiniz her ayrıntıya yer verilmiş. Spoiler değil yanlış anlaşılmasın. Prodüksiyon notları dökümanını PDF formatında indirmek veya görüntülemek için tıklayın.